|
|||
![]() |
Selam Olsun Kubbede Hoş Sadâ Bırakanlara | ||
| Yusuf ALİOĞLU | |||
Farklı parmak izi ya da göz retinası ile her insan, özgün bir kültür ve düşünce coğrafyasıdır.
Duyup görebilen, çevreyi tarayabilen, kısacası okuma yapabilen her birey kendi evreninde bir hikâye yazma, bir eser bırakma, anılmaya değer bir varlık olma mücadelesi verebilir.
Bu imkânı özgün kalıplar üzerinden kalıcı estetiğe dönüştüren ve sonraki zamanlara arkeolojik bir değer bırakan insanlar, ‘Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş’ diyen şair Baki misali kendi imzaları ile ayrılırlar bu dünyadan.
Kanaatimce, ‘Bu dağlar kömürdendir / geçen gün ömürdendir’ diyebilen bilinç yüklü her akıl sahibi bu endişe ve onun beslediği emekle ayrılmıştır fâni alemden.
Ve yine kanaatimce vicdanına yabancılaşmamış her insan, anılmaya değer olmanın mücadelesini vererek yeteneklerini, endişelerini, ideallerini yüce bir gaye için seferber etmiş ve bu kozmik düzendeki mümtaz yerini almıştır.
Zaman, bu çoğulcu koronun evrene serpilmiş sayısız hakikati ve sırrı anlamasının ve düşünce dizgesindeki makul halkaya eklemesinin şahididir.
Tarihin yüz akı şahsiyetlerinin bu inanç yüklü eylemlerine baktığımızda;
Bazıları hayatı bir şiirle ile özetler.
Bazıları insanlığa bir tiyatro metni, bir film şeridi, bir yağlı boya portresi hediye eder.
Bazıları bir nağme demeti ile kulakların ve kalplerin derununa misafir olur.
Bazıları bütün bir ömrünü ötekini anlamaya hasreder.
Bazıları yeryüzünün omuzlarında anlam kurucu hedeflerle gezinir de ibret almayı ve tarihin izlerini sürmeyi öğretir.
Bazıları sürekli araştırma ve öğrenme ahlakıyla bir örneklik bırakır.
Bilgece sözler ile durumu hülasa eden örnekler bu konuda serlevha gibidir.
İyiyi, güzeli, doğruyu ve adil olanı haykıran Latince, Hintçe, Yunanca, Arapça, Sankritçe, Farsça ibareler göğümüzün yıldızlarına dönüşür.
Aşklara, hayallere ve hüzünlere dair notlar yol haritası gibidir mesela. Şakuntala, Baharistan, ya da Şehname bu güzergahın romantik sahneleri; Romeo ve Juliet, Tristan ve Isolde ya da Anna Karanina da bu istikametteki çarpıcı hikayelerdir.
Bazıları kelimelerden ve seslerden gönül sarayları, sevgi kuleleri, muhabbet deryaları ya da Cahit Sıtkı misali ‘gece bahçelerinde olgun yıldızlar’[1] yapar.
Bazıları paylaşır, hem de ihtiyaçtan arta kalan her şeyi.
Bazıları, ‘bu fani alem için beklentiye giren kalbime de kırgınım’ inceliği ile insanın mülkiyet tutkusu ve bencilliği karşısında kalbinin eğilimlerine mesafe koymayı öğretir.
Bazıları emeğinden gayrısından uzak durarak bir kahramana dönüşür.
Bazıları ikonik bir eser düşler ve mermerden bir kütüphane ile çağlar öncesinden seslenir yeni olan tüm zamanlara.[2]
Bazıları bakışarak, bazıları ‘sükûtu seçtim ama hiç susmadım’[3] diyerek, bazıları da zalim sultana karşı hakkı kuşanarak[4] hoş sadânın isyan tohumlarını eker arzın göğsüne.
Bazıları, ‘Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz’[5]derken bazıları ‘Söyleyeceklerim için bir ömür yetmez’ der. Bazıları “Bende sığar iki cihân, ben bu cihâna sığmazam / Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam"[6] derken bazıları da Sokrates gibi ‘Ben bir at sineğiyim, rahatsız etmeye geldim’ diyerek birer çentik atar tarihe.
Bazıları ‘tenkit ibadettir’[7] diyerek bazıları da şüpheyi önererek doğru bilgiye ulaşma konusunda yöntem önerirler.
Bazılarının gülüşü, ağlayışı, hıçkırığı özgün birer renktir; göğümüzdeki yıldızlar, paragraflarımıza yerleştirilmiş sokak lambaları gibidir onlar. Cümlelerimizi, kelimelerimizi aydınlatırlar; bizde saklı olan bizi gösterirler her birimize.
Bazıları ‘Vita brevis, ars longa’[8] der ve neye yoğunlaşmalı sorusuna rehberlik eder.
Bazıları tohumladığımız harflere can suyu olur.
Bazıları kaskatı kesilmiş kalplere tebessüm etmeyi hatırlatır.
Bazıları bir çiçeğe dokunmanın edebini, bir hayvanı okşamanın merhametini öğreten bahtiyarlardır.
Bazılarının bulutsuz gökyüzü ya da buğusuz aynalar gibi net, berrak, pırıl pırıl ışıldayan cümleleri vardır. Varlıkları boyut katar eşyaya. Saçtıkları bereket tohumları ile münbit yarınları müjdelerler.
Bazıları kaygıyı, endişeyi, gamı, kederi taşır yakalarında birer rozet gibi. Bazıları da nilüfer yapraklarıyla örtünmüş göl kenarında, asude bir akşamın tülden ince iklimi kadar sakin ve huzurludur. Şairin deyişiyle ‘Sükût Sûretinde’dirler.
Bazılarının dudaklarında aşina kelimeler sınırları aşar ve bin bir rayiha ile yeniden biçimlenir.
Saatlere ya da mevsimlere, yağmura yahut borana dönüşen insanlar vardır. Acının ve kahkahanın, teslimiyetin ve başkaldırının sağlı sollu tutamakları gibidir onlar…
Evet! Her hayat tecrübesi kendi özgünlüğünde hoş bir sadâ imkanıdır.
Görünen ve görünmeyen iktidarlar karşısında var oluşunu değersizleştirmemek için ömrünü imar eden her duruş, göğümüzde ışıldayan birer hoş sadâ avizesidir.
Gök kubbemizdeki cümle hoş sadâya selam olsun. [1] Cahit Sıtkı Tarancı, Otuz Beş Yaş, ‘Gece Bahçelerinde’ Can Yayınları. [2] Celcus Kütüphanesi, Efes. [3] Nuri Pakdil, Sükut Sûretinde, Edebiyat Dergisi Yayınları, 2014. [4] ‘En büyük cihad, zalim sultana karşı adaleti haykırmaktır.’ Tirmizi [5] Ziya Osman Saba, Geçen Zaman, Rabbim Nihayet Sana, Varlık Yayınları. [6] Seyyid Nesimi, Gazel. [7] Metin Önal Mengüşoğlu: Bilge Terzi Mehmet Said Çekmegil. Okur Kitaplığı, 2015. [8] Hipokrat, ‘Hayat kısa, sanat uzundur.’ |
|||
| Etiketler: Selam, Olsun, Kubbede, Hoş, Sadâ, Bırakanlara, | |||
|